Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olmakla birlikte onun yapısından bir parça teşkil etmeyen iş veya vasıf . Meselâ, namaz için "abdest" bir şarttır. Abdest bulunmayınca, geçerli bir namazın varlığından söz edilemez. Bununla birlikte abdest, namazın kendinden bir parça değildir.
Islâm`da yükümlülük doğuran asıl hükümler "şer`î hüküm" adı alırken, bu hükümlerin ortaya çıkmasını sağlayan ve onları tamamlayan sebep, şart ve mâni denilen yardımcı hükümlere "vaz-ı hüküm" denir. Meselâ; namaz emri şer`î bir hüküm, namaz için vaktin girmesi bir "sebep" namaz için abdest almak "şart" ve kadının namaz sırasında veya Ramazan içinde hayızlı bulunması "mani (engelleyici)" nitelikteki hükümlerdir.
Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden unsura ise "rükün" denir. Namaz için "kıraat", "rükû", "secde" bu niteliktedir. Rükün ve şartın bulunmayışı ibadetlerde hükmün yokluğunu gerektirir. Ancak akitlerde rüknün yokluğu akdi batıl kılarken, şartlardaki eksiklikler bazan akdi fasid derecesine düşürür. Eksikliğin giderilmesi ile akit sonradan tamamlanabilir. Meselâ; satım akdinde rükün olan icap ve kabulün bulunmaması akdi ortadan kaldırır. Fakat bedellerin belirlenmesi veya satılanın temlike elverişli olması yahut satılanın teslimine gücün yetmesi şartlardan olup, bunların bulunmaması akdi batıl kılmaz. Çünkü bunlar akdin bir parçası değil, dışta kalan şartlardır. Ancak bu eksiklik giderilmedikçe de tarafların akdi bozma hakları doğar.
Şer`î şart:
İslam`ın koyduğu şartlar olup, ibadet veya akidlerin gerçekleşmesi için bunarın bulunması gerekir. Akdin meydana gelmesi için akdi yapanın ehliyetli olması gibi. Bu da ikiye ayrılır:
a. Sebebin şartı: Sebep, hükmün o anda ortaya çıkmasını sağlayan bir unsurdur. Meselâ, zina` suçu recim cezasının sebebidir. Fakat bu sebebin söz konusu sonucu doğurabilmesi için zina edenin "muhsan" olması şarttır. Zinadan önce, meşrû evlilik içinde zifafa girmiş olan kimseye "muhsan" denir. Yine kısas cezasının sebebi olan öldürme fiilinde "kasıt ve düşmanlık" bulunması bu sebebin şartıdır. Bu şart yoksa sebep eksik kalacağı için kısas cezası uygulanmaz.
b. Hükmün şartı: Rükünleriyle meydana gelen hükmün tamamlanması için Islâm· bazı şartlar belirlemişse bunların da bulunması gerekir. Meselâ; evlilik akdi sırasında iki şahidin bulunması, evliliğin sıhhati için şarttır. Aksi halde nikâh fâsid olur. Zekâtta; nisap miktarı mala mâlik olduktan sonra üzerinden bir yıl geçmesi de zekâtın farz olma hükmünün bir şartıdır. Çünkü hadiste; "Bir malın üzerinden bir yıl geçmedikçe, o maldan zekât gerekmez" (Ebû Dâvud, Zekât, 4; Tirmizî, Zekât, 8,10; Ahmed b. Hanbel, I,148) buyurulmuştur.
Ca`lî şart:
Akdi yapanın, akitte özel bir maksadı gerçekleştirmek için kendi isteği ile koyduğu şartlara "ca`lî şart" denir. Bu şart ya doğrudan akde bitişik olur ya da kefâleti veya boşamayı bir şarta bağlamak gibi askıda bırakılabilir. Meselâ; "Senin borçlun bugün yolculuğa çıkarsa, ben ona kefilim" veya eşine yönelik olarak; "Sen şu işi yaparsan, benden boşanmış olacaksın", yine "Şu isim olursa, yoksullara şu kadar para dağıtacağım" gibi sözler ca`lî şart örnekleridir.
Tarafların satım, kira, rehin, kefâlet, âriyet, şirket ve benzeri akitlerde öne sürecekleri özel şartlar da bu niteliktedir. Bu konuda genel ve düzenleyici şartları Allah ve Rasûlü koyar. Ancak akitlerin uygulanması ile ilgili özel şartları da bu genel şartlarla çelişmeyecek şekilde taraflar serbestçe belirlerler. Bu şartlar, tarafları genel şartlar gibi bağlayıcı olur.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar, kendi aralarında belirledikleri şartlara uymak zorundadırlar. Ancak helalı haram, haramı helal yapan şart müstesnadır" (Buhârî, Icâre, 14; Ebû Davud, Icâre 12; Tirmizî, Ahkâm, 17). Buna göre, müslümanların kendi aralarındaki sözleşmelere ilâve ettikleri şartların helali haram, haramı helal kılacak nitelikte olmaması gerekir. Aksi halde o konuda genel şartlar geçerli olur ve taraftarın belirlediği nass`larla çelişen özel şartlara itibar edilmez. Diğer yandan bu özel şartların uyulması mümkün ve anlamlı olması, sıkıcı nitelikte de olmaması gerekir.
Meselâ; sermaye ortaklığında, ortaklar kârın paylaşılma biçimini yüzde olarak serbestçe belirleyebilirler. Ortaklıkta bizzat çalışan veya şirketin itibarını temsil eden bir ortak sermaye oranının üstünde kâr da talep edebilir. Fakat zarara katlanma sermaye oranlarına göre olur. Çünkü bu esas hadisle belirlenmiştir: "Kâr, ortakların serbestçe belirledikleri şartlara göre paylaşılır. Zarara katlanma ise sermaye oranlarına göre olur" (ez-Zeylaî, Nasbu`r-Râye, III, 475).
Başka bir hadiste Allah`ın kitabında yer almayan şartın bâtıl olduğu, hasta insanların bir araya gelerek yüz tane birden şart koşsalar bile bu esasın değiştirilemeyeceği belirtilir (bk. Buhârî, Mekâtib,1-3,5; Şurt,10,17; Nesaî, Talâk, 31; Ahmed b. Hanbel, VI,183). Hz. Peygamber`in koyduğu şartların da bağlayıcı olduğu, Rasûlullah (s.a.s.)`a itaatın Allah`a itaat sayıldığı bilinen bir husustur.
ŞART OLSUN" DEMEKLE NİKÂHA ZARAR GELİR Mİ?
"Şart olsun" denmekle karısının boşanmış olması kastedilirse, "şart olsun ki, şu işi yapmayacağım" dediği iş yapması halinde karısı bir talâkla boş olur. Karısının talâkını bağladığı böyle bir işi yapmak istemesi halinde karısını bir bâin talala boşar; bu arada o işi yapar, tekrar bir nikâh kıydırarak iki talâk hakkıyla hayatlarına devam ederler. Artık o işi de sürekli yapabilir. Ancak iyi bir müslümana düşen, talâkı olur olmaz her yerde söz konusu etmemek ve hafife almamaktır. "Şart olsun" sözüyle talâk kastedilmemişse hiçbir şey gerekmez.