İnsanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah`a bırakması, O`nun yaratacağı neticeyi güven ve rıza ile karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmaması. Kısaca Allah`a güvenip, akibetinden endişe etmemesi. "Tevekkül", "vekalet" kökünden türemiş bir kelimedir. Aynı kökten olan "vekîl" kişinin kendi işini gördürmek üzere yetki verdiği insandır. Avukat da vekildir. "Müvekkil" vekil edinen, "tevkil" ise vekil kılma, vekil edinme demektir. Aynı kökten olan "ittikâl" biraz da tembellik içeren ve boşa gidebilecek bir güvenme ve dayanmayı anlatır. Tevekkülde kelimenin "kalıbı" gereği bir zorlama vardır. Bu da herhangi bir konuda aklı ve bedeni gücünü, yani metod ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp itimat edilecek yere bunun sonucunda dayanmayı ifade eder. "Bir kere azmettin mi artık Allah`a tevekkül et" ayeti buna açıkça işaret eder. Allah`ın sözleri arasında çelişki olmayacağına göre tevekkülün, hiç bir iş yapmadan Allah`tan birşey beklemekle bir ilişkisi olamaz. Allah kuluna çeşitli ibadetler yüklemiş, çalışmasını, ilim öğrenmesini rızkını aramasını, düşmanlarına karşı güç tedarik etmesini, bilmediğini bilene sormasını, işlerinde istişare etmesini (şura), kendisine yakarmasını, dua etmesini, adil olmasını, yani her şeyi en uygun yerine koymasını, bunun için metod ve yöntem bilmesini emretmektedir. Diğer yönden kendisine "tevekkül" etmesini istemekte ve tevekkül edenleri sevdiğini söylemektedir. Demek ki tevekkül bütün bu emirleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur, itminan ve güven olayıdır. Tamamen materyalist ve pozitivist bakışla dahi tevekkülün bulunması bir şey kaybettirmeyeceği gibi, bulunmamasının moral ve psikolojik açıdan kaybı söz konusudur. Mütevekkil (tevekkül eden), "insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır" kuralı karşısında aklî ve bedenî görevini yapacak, bundan öte Allah vekilimdir, deyip işiniO`na havale ederek, sonuç ne olursa olsun ona rıza duygusuyla, bir de iç yorgunluğu yaşamayacaktır. Mütevekkil olmayanın da maddi planda fazlalık olarak yapacağı bir şey yoktur. Hatta maddi vesileleri bir emir telakki etmediğinden belki de daha az esbaba sarılacaktır. Sonra da telaşlı, sıkıntılı bir bekleyişe girecek ve umduğu sonucu alamadığından da dövünecek ve sinirleri gerginleşecektir. Elmalılı bunu: "unutmamak gerekir ki, tevekkül, görevini Allah`a havale etmek değil, emri O`na havale etmektir. Bir çokları bunu kavrayamayıp tevekkülü, vazifeyi terketme sanırlar... Bu ise Allah`a tevekkül ve itimat değil, O`nun ilah olarak emrine itimatsızlıktır, küfürdür... Iyi bilmeli ki, tevekkülün hülasası emre itimat ederek vazifesini sevmektir" diye açıklar.
Fahreddin Razi de: "Tevekkül bazı cahillerin sandığı gibi, insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Böyle olsaydı müsavere emri tevekküle zıt olurdu. Tevekkül insanın dış sebepleri gözetmesi; ama kalbini onlara bağlamayıp Allah`ın ismetine dayanması demektir" der.Resulullah`ın bir hadisleri bu anlamı daha da açar gibidir:"Eğer siz Allah`a hakkıyla tevekkül etseydiniz, O kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı. Baksanıza, sabahleyin aç çıkıyorlar da tok dönüyorlar. Ve de dağlar dualarınızla yok olurdu." Sebeplere sarılmadan Allah`a güvenmeye tevekkül değil "ittikâl" denebilir. Kelime, kalıbı itibariyle pasifliği anlatır ve bu, yerilen bir durumdur. Onun için Resulullah (a.s.) "Lâilaheillallah diyen herkes cennete girecektir", deyince Hz. Ömer: "Ey Allah`ın Resulü, bunu halka söylemeyelim, "ittikal" ederler, demişti ki, sebeplere sarılmadan ve Allah`ın diğer emirlerini yerine getirmeden Cennete girmeyi ümit ederler demektir. Bu konuyu belki de en güzel açıklayan Resulullah Efendimizdir: "Devemi bırakıp tevekkül edeyim" diyene: "Bağla da öyle tevekkül et" buyurmuşlardır. Tevekkülün, Allah`ı olduğu gibi tanımakla, tevhidle ve kaderle sıkı irtibatı vardır. Yani Allah kuluna bir parça irade vermiş, çalışma ve çabalama diye özetleyebileceğimiz bir takım görevler yüklemiş ve kendisine güvenip dayanmasını istemiştir. Diğer yönden de "Kulum beni nasıl sanırsa ben öyleyim" demiş ve kulunun iradesini kullanacağı doğrultuda da, önceden bildiği için, onun kaderini yazmıştır. Kendisine güveneceğini bildiği kimsenin kaderini de güvendığinin mükafaatı olarak yardım edeceği şekilde yazmıştır. Tevekküle ve tevekkülün yardımı celbedeceğine en güzel misal Hz. Ibrahim`in ateşe atılırken dahi "hasbiyellah=bana Allah yeter" demesi ve ateşin yakmaması ile yardımı hemen görmesidir. Kısaca insan tevekkül etmekle bütün ağırlıklarını mutlak güç sahibi Allah`ın kudret eline emanet eder,rahatla dünyadân geçer, berzahta istirahat eder, sonra ebedi mutluluga girmek için cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmese dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, esfel-i safiline yuvarlanmasına sebep olur. Demek ki, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül iki dünya saadetini gerektirir. Tasavvufi nesve içinde tevekkül daha büyük boyutlar kazanır ve Allah`a olan güven kulda kendini unutacak noktaya varır. Sehl b. Abdulllah: "Tevekkülün ilk makamı kulun Allah`ın önünde, gassalın önündeki mevta gibi olması, hareket ve tedbiri bulunmamasıdır" der. Ama her şeyden önce tevekkülün kalbin bir eylemi olduğu bilinmeli, dış organların yaptığı ya da yapmadığı şeylerin tevekkül olmayacağı anlaşılmalıdır. Bişr el-Hafi: "Allah`a tevekkül ettim diye yalan söylüyorlar. Tevekkül etselerdi Allah`ın yaptığına razı olurlardı." der. Tevekkül, gözünde azın da çoğun da eşit olmasıdır. Ebu Ali ed-Dekkâk: "Mütevekkil için üç derece vardır: Tevekkül, sonra teslim, sonra da tefviz. Tevekkül derecesinde Allah`ın (her canlının rızkını vereceği) va`diyle sükün bulur. Teslim sahibi O`nun ilmi ile yetinir, tefviz sahibi de hükmüne razı olur.Tevekkül mü`minlerin vasfı, teslim evliyanın vasfı, tefvîz de muvahhidlerin vasfıdır. Yani, tevekkül avamın, teslim havassın, tefviz de havasu`1-havâssın sıfatıdır. Mütevekkil, bebek gibidir, annesinin memesinden başkası ile kanmaz. Mütevekkil de Rabbinden başkasına yönelmez.