Asrı saadette ve günümüzde medya

Eruslu Cami İmam Hatibi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ اللَّهِبِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًا أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ

"İnsanlardan öylesi var ki herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte, onlara rüsva edici bir azap vardır."

Gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema ve internet gibi insanlara ulaşan ve iletişimi sağlayan araçlara "kitle iletişim araçları" denilmektedir. Dördüncü güç olarak kabul edilen bu kitle iletişim araçları dinî, kültürel, ekonomik, eğitim, siyasi, eğlence, haber, gündem gibi birçok toplumsal görevi yerine getirerek toplumda önemli bir güç unsuru olmuştur. Televizyon, gazete, sosyal medya (Twitter, Facebook) bugün neredeyse hayatımızın vazgeçilmezleri arasında yer almıştır.

Asıl amacı temiz ve doğru bilgiyi, en kısa zamanda bütün insanlara duyurmak ve insanları faydalı olana teşvik etmek olan medya yani kitle iletişim araçları, yanlış insanların elinde olunca âdeta saatli bir bomba gibidir.

Günümüz Dünyasında Medya

Günümüzde bir kısım medya, kamuoyunun nabzını tutarak halkı imandan inkâra, iyiden kötüye, helalden harama teşvik ederek bu Müslüman halkın değer yargılarını altüst etmektedir. "İrtica Hortladı!", "Çember Sakallılar Geliyor!", "Şeriatçılar İran'a ve Arabistan'a!" ve "Ülke Karanlığa Gidiyor!" manşetlerini bir hatırlayalım.

Örneğin yakın tarihte Uğur Dündar, ana haber bülteninde bir okulda namaz kılan öğrencileri sanki bir suçmuş gibi; fon müziğiyle, ses tonuyla tekrar tekrar ekrana getirerek öyle bir resmetti ki izleyiciler; sanki öğrenciler ülkeyi işgal etti, ülke elden gidiyor düşüncesine kapıldı. Hayatın içinden bunun gibi yüzlerce örnek sayabiliriz. Bunlara paralel olarak medya, suçluyu masum, karşı tarafı ise saldırgan gösterebiliyor. Faili meçhul cinayetler ve suikastların üstünü örtüp gündemi başka tarafa çekebiliyor, toplumu gündem dışı meselelerle meşgul edip hedef saptırabiliyor. Vatan ve millet sevgisi olanlar hain, hainler ise tam tersi olarak lanse edilebiliyor. Aktaracağım şu hadisi şerif, tam da bahse konu olan bir kısım medyanın durumunu resmediyor:

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتٌ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ، وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ، وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ، وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ، وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ، قِيلَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ؟ قَالَ: الرَّجُلُ التَّافِهُ يَنْطِقُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ"مسند أحمد بن حنبل

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanların üzerine aldatıcı yıllar gelecek. O yıllarda yalancı doğru kabul edilecek, doğru olan da yalanlanacak. Hain güvenilir kabul edilecek, emin olanlar da hain kabul edecekler. O günlerde ruvaybız konuşacaktır." "Ruvaybız nedir ya Resûlellah?" dediler. Buyurdu ki: "İnsanların yönetiminde seviyesiz kimselerin konuşması, söz söylemesidir."

Asr-ı Saadette Medya

Asr-ı Saadet'te bugünkü manada medya yoktu. Onların bugünkü manada olumsuz medyası, kamuoyunu yanlış yönlendiren şairler, Nadir bin Haris'in gençlere tuzak kurmak için açtığı çadır ve (günümüzün sinema, tiyatro, pavyon, bar, kafe vb. eğlence yerleri) ayaklı basın olan münafık bir toplum idi.

Buna mukabil toplumun tamamına nüfuz eden ve onların gündemini ters yüz eden bir de vahiy var idi. Elbette vahyi, (hâşâ) medya gibi algılamıyor ve tanımlamıyorum. Sadece etkileşim açısından; bütün olumsuz çabalara rağmen medyanın vahyin önüne geçemediğini, onu tamamen gündemin dışında tutamadığını anlatmak için söylüyorum.

Medya Görevi Yapan Şairler

İslam düşmanları olan şairler, İslam davasına zarar verebilecek en kısa ve etkin yolun şiir olduğunu biliyorlardı. Bu şairler, tıpkı günümüzde bir kısım medyanın yaptığı gibi, şiirlerinde İslam'la alay ediyor; Peygamber aleyhisselamı ve Müslüman kadınları küçük düşürücü istihzalarda bulunuyorlardı. Bu şiirler (yani o günün gazete, dergi makaleleri, radyo, televizyon programları) kısa zaman içinde şehirde yayılıyor, İslam aleyhinde kamuoyu oluşturarak insanların zihinlerini bulandırıyordu.

Medine döneminde İslam'la alay eden, ona hakaret eden şairlerin çoğu Yahudi idiler. Başka bir deyişle bugün olduğu gibi Medine'de İslam düşmanlığı yapan medya, Yahudilerin elinde bulunuyordu.

İslam düşmanı olan bu azgın şairlerin başında Yahudi şair, Ka'b ibnu'l-Eşref geliyordu. Ka'b ibnu'l-Eşref düşmanlıkta o kadar ileri gitti ki Peygamber aleyhisselam Allah'a şöyle dua etti:

"Ya Rabbi, beni Ka'b ibnu'l-Eşref'ten ve onun şiirinden (gazetesinden) kurtar."

Daha sonra da sahabi Muhammed b. Mesleme'ye emrederek bu müfsid Yahudi şairi, (gazeteciyi) öldürttü ve Müslümanları onun şiirinin (gazetesinin) şerrinden kurtarmış oldu.

Kab b. Eşref,Beni Nadir Yahudilerinden olup Allah'ın Resûl'üne ve Müslümanlara aşırı düşmanlık besleyen, Mekke müşriklerini Müslümanlarla savaşmaya teşvik eden, savaşmaları hâlinde kendilerine yardım sözünü vermek suretiyle "hıyanet-i vataniye" suçunu işleyen, hatta savaşı kışkırtmak adına Müslümanların kadınlarına dil uzatma küstahlığını gösteren, Mekke müşriklerinin dinlerinin İslam dininden daha iyi olduğunu söyleyecek kadar hasmane bir vaziyet alan ve bu yüzden hakkında, "Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve batıla (tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için'Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır.' diyorlar! Bunlar, Allah'ın lanetlediği kimselerdir, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lanetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın." mealindeki ayet inerek melun ilan edilen bir şahıstır.

Bu ayette olduğu gibi Allah tarafından lanetlenerek manen idamına karar verilen bu adam hakkında Peygamber aleyhisselam da idam kararı vermiş ve Muhammed b. Melseme adındaki sahabi birkaç arakadışıyla bunu infaz etmiştir.

Ka'b ibn Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Ka'b ibnu'l-Eşref, Resûlullah aleyhissalatu vesselamın aleyhine hicviyeler düzüyor ve bunlarla Kureyş kâfirlerini, ona karşı tahrik ediyordu.

Ka'b ibnu'l-Eşref, Peygamber aleyhisselama eza vermekten bir türlü vazgeçmiyordu. Sonunda Resûlullah aleyhissalatu vesselam Sa'd İbnu Mu'âz radıyallahu anha, onu öldürecek birini yollamasını emretti. Onu Muhammed ibnu Mesleme radıyallahu anh öldürdü. Ka'b öldürülünce Yahudiler ve müşrikler çok korktular. Resûlullah aleyhisselama gelerek: "Arkadaşımızı geceleyin kapısını çalarak öldürdüler." dediler. Resûlullah aleyhisselam onlara Ka'bu'l-Eşref'in geçmişte söylediklerini hatırlattı. Sonra da hepsini kendisiyle onlar arasında yapılacak ve sıkıntıları sona erdirecek bir antlaşma imzalamaya çağırdı. Resûlullah aleyhisselam onlarla kendisi ve bütün Müslümanlar arasında muteber olacak yazılı bir antlaşma yaptı." Ayrıca onun öldürülme şekli için ilgili kaynaklara bakılabilir.

İbnu Hacer Ka'b'ın öldürülmesine bir başka sebep daha kaydeder. Buna göre, Ka'b bir yemek hazırladı. Yahudilerden bir gruba da: "Muhammed'i bir ziyafete çağıracağım, gelince siz bir punduna getirip öldürün." dedi. Ziyafet hazırlandı. Resûlullah da çağrıldı. Birkaç ashabıyla gelmişti. Oturduktan sonra Cebrâil aleyhisselam, heriflerin planını haber verdi. Resûlullah kalktı ve Cebrail'in kanatlarıyla örtünerek dışarı çıktı. Resûlullah'ı kaybedince onlar da dağıldı. Aleyhissalatu vesselam, işte bu sırada "Ka'b'ı bana kim hâlledecek?" demiştir. Şu hâlde Ka'b'ın öldürülmesi sadece hicvedici şiirler yazması sebebiyle değildir. Daha başka muzır faaliyetleriyle de bu cezaya müstahak olmuştur.
Bu vakadan sonra büyük bir korkuya düşen Yahudiler, şiirler ve yıkıcı faaliyetlerden ellerini çekerler.

Medya Görevi Yapan Münafık Toplum

O günün medyası olan münafık toplum, ayaklı basın ise bazen direkt Peygamberin aleyhisselamın evini, bazen de faaliyetleriyle öne çıkmış seçkin sahabileri hedef tahtasına oturtup aleyhte propaganda savaşına girişiyorlardı. İfk hadisesi buna bir örnektir. Benî Mustalık gazvesinde Peygamber aleyhisselama Âişe radıyallahu anh refakat etti. Dönüşte Medine yakınında ordu konakladı. Hareket edileceği sırada Âişe radıyallahu anh tabii ihtiyaç için kafileden geride kalmıştı. Deve üzerindeki hevdeç içinde taşınıp kendisi de zayıf olduğundan, farkına varılmayıp kafile hareket etmiş, Âişe radıyallahu anh ihtiyacını giderdikten sonra kolyesini düşürdüğünü fark edince onu ararken kafileyi kaçırmış, geldiğinde sadece hareket sonrası kontrolü ile görevli Safvan  radıyallahu anh kalmıştı. Safvan  radıyallahu anh, devesine Âişe radıyallahu anhı bindirip kendisi yaya Medine'ye döndüler. Münafıkların başı İbn Übey yaygara çıkarıp namus iftirası attı. Dedikodu yayıldı. Herkesten sonra dedikoduyu işiten Âişe radıyallahu anh iftiranın dehşetinden donup kaldı. Peygamber aleyhisselamdan izin isteyip babasının evine döndü. Hastalandı, dünya başına zindan oldu.

Bu korkunç iftira olayı, tüm insanlık tarihinin en temiz ruhlarına dayanılmaz acılar çektirmiş, uzun tarihi boyunca Müslüman ümmetin geçtiği deneyimlerin en meşakkatlisini tattırmıştı. Peygamber'in -salat ve selam üzerine olsun- kalbini, sevdiği eşi Âişe radıyallahu anhın kalbini, Ebubekir Sıddık radıyallahu anh ve karısının kalbini ve Safvan b. Muattal'ın kalbini -Allah onlardan razı olsun- tam bir ay dayanılmaz kuşkuların, sıkıntı ve acıların ipine bağlamış, onlara ıstırap çektirmiştir. Bir ay sonra, aşağıda gelen ayetler vahyedilip Allah tarafından masumluğu, kıyamete kadar her gün ve her saat okunacak şekilde ebedîyen tescil edildi.

İşte, Konuyla İlgili Yüce Rabb'imizin İndirdiği Ayetler:

"O iftirayı çıkaranlar, içinizden küçük bir gruptur. Siz o iftirayı kendi hakkınızda fena bir şey sanmayın bilakis o sizin için hayırlıdır. O iftiracılara gelince onlardan her birinin, kazandığı günah nispetinde cezası vardır. Bu yaygaranın elebaşılığını yapan şahsa ise cezanın en büyüğü vardır.

Siz ey mü'minler, bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip: 'Hâşâ, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!' demeniz gerekmez miydi?

O iftiracılar dört şahit getirselerdi ya! Şahitlerini getirmediklerine göre onlar Allah katında yalancıların ta kendileri olarak tescil edileceklerdir.

Hem dünyada, hem de ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti sizinle olmasaydı daldığınız bu yaygaradan dolayı mutlaka başınıza müthiş bir ceza gelirdi.

O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki o, Allah'ın nazarında pek büyük bir vebaldi!

Nasıl oldu da onu işitir işitmez 'Böylesi iftiraları ağzımıza alamayız, böyle şeyler bize yakışmaz. Hâşâ! Bu pek büyük, pek çirkin bir bühtandır.' demediniz?

Eğer mü'min iseniz, Allah böylesi bir şeyi tekrarlamaktan sizi kesinlikle sakındırıp yasaklıyor. Ve Allah ayetleri size açık açık bildiriyor. Allah alîm ve hakîmdir. (Her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.)

Mü'minler arasında çirkinliklerin yayılmasını arzu eden kimseler için, dünyada da ahirette de gayet acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

Eğer Allah'ın sizin üzerinizdeki lütfu ve inayeti olmasaydı ve eğer Allah pek şefkatli ve merhametli olmasaydı başınıza müthiş bir azap gelirdi."

Benzer bir olay da Uhud Savaşı sırasında kullanılmıştı. Peygamber'imiz aleyhisselamın şehit edildiği söylentisini ortaya atan münafıklar, bununla yetinmemiş bizzat sahabilerin yanına giderek Peygamber'imiz aleyhisselamın öldürüldüğünü, artık savaşmaya gerek kalmadığını söyleyerek zihinleri bulandırmaya çalışmışlardı.

Münafıklar, halkın olan bitenin farkına varmaması için ortalığı müthiş bir bilgi kirliliğine boğarak katilleri kahraman, Peygamber aleyhisselamı ve sahabisini de cani olarak takdim etmeye o günden bugüne medyayı kullanarak devam etmeye çalışmışlardır.

Medya Görevi Yapan Nadir bin Haris'in Çadırı

Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen Peygamber aleyhisselamın mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadir bin Haris adında bir kafir Irak'a gitti ve oradan İran kisraları, Rüstem ve İsfendiyar'la ilgili masalları, hikâyeleri derleyip halkın dikkatini Kur'an'dan ayırmak ve onları masallar içinde uyutmak için büyük bir çadır kurdurarak masal anlatma partileri düzenlemeye başladı. Nadir bin Haris bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bu adam, Müslüman olan birini duyunca şarkıcı kızlara şu talimatı verirdi: "Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla ki dininden dönsün ve seninle hemhâl olsun."

Yüce Allah şöyle buyurur: "İnsanlardan öylesi var ki herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için laf eğlencesini satın alır. İşte, onlara rüsva edici bir azap vardır."

Ayette geçen laf eğlencesinin günümüzdeki karşılığı/yansıması sinema, televizyon, tiyatro, internet, gazete, müzik ve her türlü eğlence yerleridir. 

Magazin medyasını bir düşünün. Ne kadar da benziyor Nadir bin Haris'in çadırına. Medya bizi ne kadar yönlendiriyor? Tercihlerimizde ne kadar bağımsızız? Yaşadığımız toplumda gerçekte ne kadar özgürüz? Dinî, ekonomik, sosyal ve kültürel sahada kim gibi olmak istiyoruz? TV programlarında dinî konularda yapılan tartışmaları bir düşünün. Tam bir fesat ortamı değil mi? Medyada gençlere ve çocuklara yönelik hazırlanan programlara, dizilere ve filmlere bakınca toplumun neden bu duruma geldiğini anlamak çok da zor olmuyor değil mi?

İnsanları bunlarla meşgul edip onları Kur'an ve Sünnet'e gitmekten alıkoymaya çalışmak... Tıpkı Nadir bin Haris gibi insanların beyinlerini, kulaklarını bu tür boş şeylerle doldurarak orada kitap ve Sünnet'e yer bırakmamak...

Bütün bunların dünün devamı olduğunu bilmek durumundayız. Bu kirli ve hain planı devam ettirenler "Bu müstehcendir, edebe aykırıdır, zararlıdır." gibi tepkileri gösterenlere gericilik ve çağ dışılık çamurunu atmayı da ihmal etmezler. Aslında şehveti tahrik eden, ibadetten alıkoyan, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın hep­sini aynı çatı altında toplayıp yine şehevi ve gönül eğlendirici anlamda eğ­lenceler tertip ederek Allah yolundan çeviren her fiil ve davranış eskiye dönüştür, gericiliktir. Dün, bu tür faaliyetlerde bulunanlar nasıl masallarla şarkılarla, asılsız hikâyelerle halkı cezbedip oyalayarak Kur'an'dan uzaklaştırmak istemişlerse bugünküler de aynısını yapmaktadırlar. Dolayısıyla esas gerici ve yobaz olanlar bu düşünceyi savunanlardır.

Günümüz Medyasının Olumsuz Etkileri

Hayatımızı istila eden medya, zahiren bilgiye erişimi kolaylaştırması -dünyanın en büyük kütüphanelerine girmek, gazete ve dergileri okumak gibi-, haberleşme imkânının artması, bilgi paylaşımının kolaylaşması, ses ve görüntünün iletimi ve insanların seslerini duyurabilmesi gibi daha birçok faydaları gözükmektedir. Fakat ahlakımızı bozması, çocukları ifsat eden oyunların çoğalması, sanal kumarhaneler, internet kafeler, sanal çöpçatanlık ve pornografik siteler gibi korkunç zararlarının olması da faydaları, faydasız kılmaktadır.

İlk zamanlarda her derde deva olarak görülen internet, bugün insanları kaygılandıran bir noktaya gelmiştir. İbadetlerden uzaklaşmak, boşa zaman harcamak, aile ve akrabalık ilişkilerinden uzaklaşmak, yalnızlaşmak, hayatı sadece sanal âlemdeki birlikteliğe hapsetmek, chatleşme sonucu aileleri parçalamak ve en kötüsü de morfin gibi bağlılık yaparak sağlığımızı da bozmak gibi korkunç boyutlara ulaşmaktadır. Yapılan araştırmalarda, internet kafelere gidenlerin yüzde 43'ünün "chat" yaptığı, yüzde 26'sının değişik bilgisayar oyunları oynadığı, yüzde 7'sinin film izlediği, yüzde 19'unun internet ortamında gezindiği ortaya çıktı. Chat yapanların amaçları şöyle: % 36 arkadaş bulmak, % 34 sıradan konuları konuşmak, % 14 flört,  % 6 cinsellik... Eğitim amaçlı sitelere girenlerin oranı ise sadece % 4.

Teknolojik buluşlar, iki yüzü keskin kılıç gibidir. Cansız hiçbir şey kendi başına ne faydalıdır ne de zararlı. Fayda veya zararı sizin onu nasıl kullandığınıza bağlıdır. Silahla ülkenizi korursanız faydalanırsınız, adam öldürürseniz hem zarar görür hem zarar verirsiniz. Televizyon ve internet de bu anlamda değerlendirilmelidir. Televizyonların kadın programları ve dizileri, internetinde pornografik yayınları ve chatleşmeleri manevi bir katliama dönüşmüştür. Normalde karşı cinsle konuşmaktan utanan gençler, chatleşirken hiç çekinmeden, utanmadan karşı cinsle her şeyi konuşabiliyorlar. Genç kız "Nasıl olsa beni tanımıyorlar!" diyerek erkeklerle her türlü müstehcen konulara giriyor. Resim istiyor, kendi resmini gönderiyor. Ondan sonra da olanlar oluyor. Bu gidişata "dur" demek gerekiyor. Böyle devam ederse kişiliksiz, şahsiyetsiz, içi boşaltılmış yaşayan ölüler gibi nesiller çoğalacaktır.

Medya Konusunda Sorumluluklarımız

Çağımızın silahıyla silahlanmamızı isteyen dinimiz, bu konuda da bize sorumluluklar yüklemiştir. Yüce Allah şöyle buyurur:

وَأَعِدُّوا لَهُم مَا اسْتَطَعْتُم مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِتُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لاَتَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فِي سَبِيلِاللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ

"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız."

عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ عَلَى الْمِنْبَرِ يَقُولُ

وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ أَلاَ إِنَّ الْقُوَّةَ الرَّمْيُ أَلاَ إِنَّ الْقُوَّةَ الرَّمْيُ أَلاَ إِنَّ الْقُوَّةَ الرَّمْيُصحيح مسلم

Ukbe ibn Âmir'in rivayetine göre o, Allah Resûl'ü aleyhisselamı minberde şöyle bu­yururken işitmiş: "Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat ediniz, kuvvet atmaktır; dikkat ediniz, kuvvet at­maktır."

Günümüzde en etkili silah medya olduğuna göre Müslümanların da kendi medyalarını oluşturmaları gerekmektedir. 7 milyara yaklaşan dünya nüfusuna İslam dinini medya olmadan nasıl tebliğ edeceğiz? Her zaman her yerde hazır olamayacağımıza göre sosyal paylaşım siteleri üzerinden aynı anda birçok yerde ve birçok kişiyle beraber olmak mümkündür. Nitekim sosyal medya ağlarının ortaya çıkmasıyla beraber dünyada birçok gelişme oldu. Totaliter ve baskıcı rejimlerin hüküm sürdüğü Arap ülkeleri, sosyal medyanın örgütlenme gibi bir kısım olanakları sonucunda devrimler yaşadılar. 30-40 yıllık iktidarlar, birkaç ay içerisinde yıkıldı ve yerlerine Arap Baharı devletleri ortaya çıktı.

Günümüz Medyasına Karşı Duruşumuz

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ

"Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz."

Yüce Allah, fâsık bir medyanın ya da günahkâr birinin getireceği haberin ihtiyatla karşıla­narak iyice araştırılmasını emrediyor.

Ayetin iniş sebebi şudur:Velîd b. Ukbe, Beni Mustalık kabilesinin zekât vergisini toplamak üzere gönderilir. Velîd yolda iken birisi, bu kabileden silahlı bir grubun yola çıktığı haberini getirir. Velîd, onların savaşmak için çıktıklarını düşünerek geri dö­nüp Peygamber'imiz aleyhisselama durumu anlatır. O da haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve gereğini yapmak üzere Hâlid b, Velîd'i gönderir.

Bazıları bu ayet, "Bütün sahabiler adildir." diyenin aleyhinde bir reddiyedir demişler. Bu doğru değildir. Peygamber aleyhisselamın as­habı genel olarak doğru, dürüst, takva sahibi insanlar olarak kabul edilmişlerdir. Buna göre ayette geçen fâsık kelimesi, Velîd'in değil, ona yalan haberi taşıyan meçhul kişinin niteliğidir.

Bu ilahî emre göre güvenilir olmayan bir kimsenin getirdiği bir habere dayanarak bir şahsı, bir grubu veya bir milleti itham etmek ya da onlara savaş açmak fâsıklıktır. Hatta buradan hareketle muhaddisler, Peygamber aleyhisselamdan hadis rivayet eden kimselerin tercüme-i hâllerini tahkik etmek amacıyla Cerh ve Tadil ilmini geliştirmişlerdir.

Ayette geçen fâsık kelimesinin karşılığı bir kısım medyada vardır. O medyaya göre taşlarla, sopalarla uçak ve tanklara karşı dinini ve vatanına koruyan Filistinli kardeşim terörist; ülkelerini işgal edip her türlü zulmü yapan Yahudi ise mazlum. Aynısını Cezayir'de Fransızlar yaptı. Büyük şeytan Amerika demokrasi adına işgal etmedik İslam coğrafyası bırakmadı. Fakat bir kısım medya tüm bu işgalleri masum, kendilerini müdafaa edenleri ise terörist ilan etmeye devam ediyor. Alın size bir fâsığın getirdiği yalan haberin en kirlisi!

قَالَ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَكُونُ في أخِرِ الزَّمَانِ رِجَالٌ يَخْتِلُونَ الدُّنْيَا بِالدِّينِ، يَلْبَسُونَ لِلنَّاسِ جُلُودَ الضَّأْنِ مِنَ اللِّينِ، ألْسِتَنُهُمْ أحْلَى مِنَ الْعَسَلِ وَقُلُوبُهُمْ قُلُوبُ الذِّئَابِ. يَقُولُ اللَّهُ تَعَالى: أبِى تَغْتَرُّونَ أمْ عَلَىَّ تَجْتَرِؤونَ. فَبِى حَلَفْتُ لأبْعَثنَّ عَلى أولئِكَ مِنْهُمْ فِتْنَةً تَذَرُ الحَلِيمَ فِيهِمْ حَيْرَانَأخرجه الترمذي

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ahir zamanda, dinle dünyayı talep eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Diller de baldan daha tatlıdır. Ancak kalpleri kurtlarınkinden vahşidir. Cenâb-ı Hakk (bunlar için) şöyle diyecektir:

"Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler."

Medyanın şer güçleri, bütün güçleriyle harıl harıl çalışırken, Müslümanların buna mukabil alternatif medya oluşturmaması İslam'la bağdaştırılamaz. Çünkü günahlardan sakınmak ve sakındırmak emirleri yapmaktan önce gelir. Namus elden gittikten sonra namus davası açmanın ne anlamı olabilir? Etkisiz, tepkisiz Müslüman olmaz.
Yüce Allah şöyle buyurur: "Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte, onlar kurtuluşa erenlerdir." "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız." "İyilik ve takva sahibi olmada yardımlaşın, günah ve sınırı aşmada yardımlaşmayın! Allah'tan korkun çünkü Allah'ın cezası çok çetindir."

قَالَ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذَلِكَ أَضْعَفُ الإيمَانِأخرجه الخمسة إلاّّ البخارى وهذا لفظ مسلم

Resûlullah aleyhissalatu vesselâam buyurdular ki: "Sizden kim (Sünnet'imize uymayan) bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı, imanın en zayıf mertebesidir."

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a kasem olsun, ya ma'rufu emreder ve münkerden de yasaklarsınız veya Allah'ın katından umumi bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez."

قَالَ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمَّا وَقَعَتْ بَنُوا إسْرائيلَ في المعاصى نَهْتهمْ علماؤُهمْ فلَم ينتهُوا فجالسُوهمْ وواكلُوهمْ وشاربُوهمْ فضربَ اللَّهُ تعالى قلوبَ بعضِهم ببعضٍ ولعَنَهم على لِسانِ داودَ

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İsrailoğullarında meydana gelen ilk kusur şu idi: Birisi, (kötülük işleyen) başka bir adamla karşılaşır ve ona: 'Ey adam! Allah'tan kork, yaptığını terk et, çünkü o sana helal olmaz.' derdi. Fakat ertesi gün o işi işlemeye devam etmesine rağmen, o sakındıran kimse onunla oturur, yer, içer ve birlikte olurdu. Allah da böylece bunların kalplerini birbirine benzetti."

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Aralarında günahlar işlenip de (bu durumu) değiştirmeye güçleri yettiği hâlde değiştirmeyen her bir kavme Allah, onlar ölmeden önce bir azap isabet ettirir."

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üzerine düşen sözü söylemeyene Cenâb-ı Allah, 'Niye söylemedin?' diyecek. 'Söylememi falan korku engelledi.' deyince Allah: 'Ondan değil de benden korkman gerekmez miydi?' diyecektir."

قَالَ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَثَلُالْقائِمِفيحُدودِاللَّهِوَالْواقِعِفيهاكَمَثلِقَوْمٍاِسْتَهَمُواعَلىسَفينَةٍفَصارَبَعْضُهُمْأعْلاهاوبَعْضُهُمْأسْفَلَها،فَكانَالَّذِينَفيأسْفَلِهاإذااِسْتَقَوْامِنَالْماءِمَرُّواعَلىمَنْفَوْقَهُمْ؛فَقالوا: لَوْأنَّاخَرَقْنافينَصِيبِناخَرْقاًوَلَمْنُؤْذِمَنْفَوْقَنا فَإنْتَرَكُوهُمْوَمَاأَرَادُواهَلَكُواجَمِيعاً،وَإنْأخَذُواعَلىأَيْدِيهِمْنَجَوْاوَنَجَوْاجَمِيعاً أخرجه البخاري

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir gemiyi paylaşan ve bir kısmı üstte bir kısmı altta bulunan insanları düşünün. Altta bulunanlar, su ihtiyaçlarını karşılamak için gemiyi delmek istediklerinde, üsttekiler buna mani olmazlarsa gemi batar ve hepsi birden boğulur. Eğer mani olurlarsa hepsi de kurtulur."

Unutmayalım ki hepimiz dünya gemisindeyiz. Bu gemiyi batıracak davranışlara sessiz ve ilgisiz kalırsak biz de batarız. Bütün bu ve benzeri ayet ve hadisler, küfrün bizi iğfal etmek için verdiği mücadelede kullandığı silahları, yöntemleri ve tuzakları görmemizi, aynısıyla etkin cevaplar vermemizi ve tedbirler almamızı zaruri kılmaktadır.

Prensip olarak medyayı bir eğitim ve öğretim aracı olarak takdim etmek istemem. Çünkü esas eğitim ve öğretim; ilmine, edebine ve salahiyetine güvendiğimiz bir hocanın rahle-i tedrisatından ve Kitab'a direkt temastan geçer. Ancak medya daha ziyade doğru haber, iletişim kolaylığı, muarızlara cevap ile dine hayata, iyi ve güzel olan her şeye teşvik hususunda etkin olmalıdır.

Medyanın Çocuklar Üzerindeki Etkileri

Televizyon kanalları üzerindeki denetimlerin zayıf olduğu ülkelerde en çok zarar görenler gelişim çağındaki çocuklardır. Eğitim düzeyi düşük olan aileler, televizyonun bu olumsuz etkisini görememekte ve çocuğun saatler harcadığı televizyon konusuna dikkatle eğilmemektedirler.

Televizyon reklamları özellikle çocukların tüketim eğilimlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Televizyon reklamlarının cazibesi çocukların çikolata-şekerleme cinsi yiyeceklere karşı olan ilgisini ve bunları tüketme isteğini daha da arttırmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre çocukların büyük bir bölümü okul öncesi dönemde TV izlemeye hatta bilgisayar başında zaman geçirmeye aileleri tarafından yönlendiriliyorlar. Evlerde televizyonlar bütün gün açık oluyor ve çocuklar doğrudan izlemeseler bile oradan gelen ses ve görüntülere maruz kalıyorlar. Kaldı ki çocuklar ve gençler uyumak dışında yapılan her şeyden daha fazla, zamanlarını ekran karşısında geçiriyorlar. Çizgi filmler; büyük çoğunluğunda saldırma, yok etme, vurma, savaş, büyü, sihir üzerine kurulu. Diziler ise mafya, cinsellik, şiddet, çeşitli sahtekârlıklar, doğaüstü güçler, ruhlar ve kilise çıkışlı sözde İslami diziler zaten. Haberlerde de savaş, terör, kapkaç, kaçırılma, hırsızlık, cinayetten geçilmiyor.

Televizyon ve bilgisayar ekranında görüntüler her 5-6 sn'de bir değişir. Bu hızla değişen görüntü ve sesleri izleyen kişi düşünmeden, yorumlamadan pasif izleyen konumuna geçer. Çocuklar, televizyonda sürekli görüntüler değiştiği için zevkle izlerler fakat bir süre sonra büyüdükçe çocuğumuzun konuşmadığını, ona seslendiğimizde bizi duymadığını ve çağırdığımızda yanımıza gelmediğini fark ederiz.

Ayrıca oyun piyasasını ellerinde bulunduranların ya kirli bir kazancı elde etmek ya da çocukların millî ve dinî kültürlerini öğrenmesini engellemek için özel bir çaba sarf ettiklerini de unutmayalım. Oyunlar içerisinde bulunan yabancı toplumların kültür değerleri, inanışları ve dünyaya bakışları çocuğumuzun şuur altına yerleştirip, İslamiyet'i öcü, Müslümanları ise terörist olarak göstermektedir. Çocukları ekran başına çekebilmek için her türlü yolu caiz gören bu zihniyet, çocukları şiddet görüntülerine, endişe ve korku sahnelerine kilitleyerek topluma yabancı ve zararlı bireyler kazandırmaktadır.

Yüce Allah'ın insana verdiği önemli nimetlerden olan göz, kulak ve diğer organlar, bilgisayar karşısında sadece eğlenmeye yönelik oyunlar için meşgul edilip yaratılış gayesi unutturulmaktadır.

Gösterilen bazı çizgi filmlerde, bazı karakterlere insanüstü güçler yüklenmekte, müstehcenlik iyi bir şey gibi gösterilmekte ya da din ile alay edilerek ister istemez seyircilerin beyni menfi yönde yıkanmaktadır. Bunlar olmazsa dahi ona harcanan vakitler heba olup gitmektedir.

Evin erkeği maç izleyecek ya da takip ettiği bir dizi var onu seyredecek, aynı şekilde evin hanımı da günün dizisini izleyecek derken; tartışma başlar. Çözüm ne? Eve bir televizyon daha alalım. Eyvah! Biz birinden kurtulalım derken, iki tane oldu. Peki, bu ailenin çocukları ile kim ve ne zaman ilgilenecek, bu çocukların sorunlarını kim ve ne zaman çözecektir?

Unutmayalım ki çocuklar,

  • Davranışları izleyerek öğrenirler.
  • Gerçekle fanteziyi ayırt edemezler.
  • Büyüklerin yargılama, neden-sonuç ilişkisi yeteneklerine sahip değildirler.

Çocuklarımızı Medya Kurbanı Yapmayalım

Topluma bırakacağımız en güzel miras, arkamızdan içtenlikle bize dua edecek olan çocuklarımızdır. Milletlerin geleceği de yetiştirmekte oldukları nesillere bağlıdır.

Dün biraz örf, biraz din ve birazda âdetten de olsa çocuk evde bir terbiye görüyordu fakat okul ve çevre onu bozuyordu. Bugün ise çocuklar evden okula bozulmuş bir şekilde gidiyorlar. Çünkü ona evde edep ve terbiye verecek ebeveynler artık yoktur. Onlar çocuklarla ilgilenme yerine televizyon ve bilgisayarla meşguldürler. Dolayısıyla artık çocuk evden okula bozulmuş bir şekilde giderek okulda öğretmenlerin korkulu rüyası hâline gelmiştir. 

Eğitim, insan üzerinde bir tasarruftur. İslam dışında her sistem bu tasarrufu kendisini korumak için kullanır. Adamın biri bir filozofa eğitim ve öğretim yaşını sorar, o da çocuğun yaşını sorar. "Bir yaşında!" cevabını alınca filozof "Sen bir yıl geç kalmışsın." der ve ekler: "Bir yıl onu sevgiden mahrum ettin." der. Hâlbuki İslam'da eğitim ana rahmine düşmeden başlar.

قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أمَا لَوْ أنَّ أحَدَكُمْ إذَا أرَادَ أنْ يَأتِي أهْلَهُ قَالَ: بِسْمِ اللَّهِ، اَللَّهُمَّ جَنِّبْناَ الشَّيْطَانَ وَجَنِّبِ الشَّيْطَانَ مَا رَزَقْتَنَا، ثُمَّ قُدِّرَ بَيْنَهُمَا في ذلِكَ وَلَدٌ لَمْ يَضُرَّهُ الشَّيْطَانُ أبَداً أخرجه الخمسة إلاّ النسائي

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kim hanımına temas etmek isteyince: 'Allah'ın adıyla! Allah'ım, bizi şeytandan uzak tut ve şeytanı da bize vereceğin nasipten uzak tut!' dese, sonra da Allah bu temastan onlara bir evlat nasip etse şeytan ona ebedîyen zarar vermez."

Bu hadis münasebet-i cinsiyede mühim bir edep tespit etmektedir: Besmele ve dua ile başlamalı. Yapılacak dua rivayetlerde bazı farklılıklar arz eder. Hasan Basrî'nin, Abdurrezza'ın Musannaf'ında gelen bir mürseli şöyledir:

 قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اِذَا اَتى الرَّجُلُ اَهْلَهُ فَلْيَقُلْ بِسْمِ اللَّهِ اَللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيمَا رَزَقْتَنَا وَلاَ تَجْعَلْ لِلشَّيْطَانِ نَصِيباً فِيمَا رَزَقْتَنَا فَكَانَ يُرْجَى إنْ حَمَلَتْ اَنْ يَكُونَ وَلَداً صَالِحاً.

"Kişi hanımına gelince "bismillah" desin ve şu duayı okusun: 'Allah'ım, bize vereceğin nasibi hakkımızda mübarek kıl. Bize nasip ettiğin şeyde şeytana bir pay koyma.' Böyle derse kadın hamile kaldığı takdirde çocuğun salih olacağı ümit edilir."

Bazı âlimler bunu "Annesiyle cima sırasında şeytan babasına iştirak eder." diye anlamıştır. Çünkü Mücahid'den gelen bir rivayette: "Temasta bulunup besmele çekmeyen kimsenin ihliline (erkeklik organın deliğine) şeytan sarılır, onunla birlikte temasa iştirak eder." denmiştir. İbnu Hacer, bu te'vili doğruya en yakın yorum olarak değerlendirir.

Bu hadislere göre çocuğun salahatı için anne ve babanın her konuda dinin emirlerine uymaları zaruridir. Hatta münasebet-i cinsiyede bile nebevi metoda riayet etmeleri gerekir ki çocuk da salih bir evlat olsun.

Şimdi bir bu anlayışla yetişen çocuğu düşünün, bir de televizyon kültürüyle yetişen bir çocuğu düşünün.

قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَامِنْ مولودٍ إلاّ يولدُ علَى الفطرةِ ثم يقولُ اقرؤا »فِطرَةَ اللَّهِ التى فطَرَ النّاسَ علَيْهَا« فأبَواهُ يُهَوِّدَانِهِ أوْ يُنَصِّرَانِهِ أوْ يُمجّسَانِهِ كَمَا تُنْتِجُ البَهيمةُ بَهِيمةً جَمْعَاءَ، هلْ تُحسونَ فيهَا من جَدْعاءَ حتَّى تكونُوا أنتم تجدعُونَهَا. قَالُوا يا رسُولَ اللَّهِ: أفَرأيْتَ من يَمُوتُ صَغِيراً؟ قَالَ: اللَّهُ أعْلَمُ بِمَا كَانُوا عَامِلِينَ أخرجه الستةُ إلاّ النسائىّ

Resûlullah aleyhissalatu vesselam "Her çocuk fıtrat üzerine doğar." buyurdu ve sonra da "Şu ayeti okuyun." dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..." Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam sözünü şöyle tamamladı: "Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca azaları tam olarak yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?" Dinleyenler: "Ey Allah'ın Resûl'ü, küçükken ölenler hakkında ne dersiniz? (Cennetlik mi, cehennemlik mi?)" diye sordular. Peygamber aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "(Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi, Allah daha iyi bilir."

Bu hadise göre "Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir." kısmında şimdi sorumsuz ebeveynin yerini medya almıştır. Bir kısım medyanın ise çocuklarımıza ne yapacağı hepimizin malumudur.

Televizyon kültürüyle büyüyen çocuklarımız daha küçük yaşlarda bariz bir şekilde çocukluğunu yaşamadan yetişkinlere özendiriliyor. Hem de kötü olan karakterlere ve kötü olan örnekleriyle...

Küçücük çocukları iğfal etmek, ne medeniyet ne çağdaşlık ve ne de özgürlüktür. Bu, resmen nesli asimile etmektir. İşte, kültürel asimilasyonun başında ise bu bir kısım medya gelmektedir.

Bu medya, reyting uğruna neslimizi ve nefsimizi ifsad ediyor.
Ey Rtük neredesin? Özgürlüğün de bir sınırı olmalı değil mi?
Ey İslam'la hesabı olan bir kısım medya! Çekin o kirli ellerinizi çocuklarımızın üzerinden!
Ey sorumluluk sahibi olan anne ve babalar, siz nerelerdesiniz?
Çocuklarınız bilinçli bir tezgâha kurban giderken sizler neyle meşgulsünüz?

وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَوَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَاكُنتُمْ تَعْمَلُونَ

De ki: "Yapın (yapacağınızı); yaptığınız işleri, Allah da Resûl'ü de mü'minler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O, size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."

Lokman, 6)

(Ahmed b. Hanbel, Müsned)

(el-Vakidi Megazi, I, 190)

(el-Vakidi Megazi, I, 192)

(Nisa, 51-52)

(bk. İbn Hişam, Siret, 2/51-57; İbn Kesir, Es-Siretu'n-Nebeviye, 3/9-12)

(Ebu Davud, Harâc 22, 3000)

(Buhârî, Megâzî 15; Müslim, Cihad 119; Ebu Dâvud, Cihad 169)

(İbni Kesir, Nûr Suresi Tefsiri, 11-20)

(Seyyid Kutup, Nûr Suresi Tefsiri, 11-20)

(Nûr, 11-20)

(Lokman, 6)

(Enfal, 60)

(Müslim)

(Hucurat, 6)

(İmam Ahmed, Müsned)

(Tirmizî, Zühd 60)

(Âl-i İmrân, 104)

(Âl-i İmrân, 110)

(Maide, 2)

(Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, Nesai ve İbni Mâce)

(Tirmizî)

(Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mâce)

(Ebu Davud)

(Munziri,Terğıb ve Terhib)

(Buhârî)

(Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî)

(Abdurrezzak, Musannef)

(Rum, 30)

(Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud)

(Tövbe, 105)

Sistemli Evden Eve Taşımacılık

Vaktin Çağrısı

Wholesale B2B Marketplaces