Hz. Ömer b. el-Hattâb şöyle anlatıyor: "Bir gün Allah'ın Resulü'nün yanında idik. Beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izi yoktu, ama hiçbirimiz kendisini tanımıyorduk.
Hz. Peygamber'in önünde diz çöküp oturdu. Dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de Allah'ın Rasûlü'nün dizlerinin üzerine koyup sordu:
"- İslâm nedir? Bana anlat" Allah'ın Resulu cevap verdi: "-İslâm Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna inanman, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yeterse Hacca gitmendir"
Bu sorulardan sonra iman ve ihsan hakkında sorular sordu ve cevaplar aldı. Bu sorulardan sonra kıyamet alâmetlerini de soran adam kalkıp gitti. Arkasından baktılar, hemen ortadan kaybolmuştu. O'nun kim olduğunu merak eden ashâb-ı kirama Allah Resulu şöyle buyurdu: "- O Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi." (Buhâri, İman, 37; Müslim, İman, 13.)
Rasülullah Sallallahu Aleyhi Vesellem İslam'ın şartlarını sayarken ilk önce kelime-i şehadeti sonra namazı sayıyor. Buradan anlıyoruz ki namaz bu dinin direğidir. Namazsız bir Müslüman olamaz.
Eğer bir kişi sabah Müslüman olmuşsa öğle namazına kadar namazı öğrenmek zorundadır. İslam ile şereflenen bir kişi vakit geçirmeden namazı öğrenmeli kurtuluşa, felaha çağıran ezanın çağrısına hemen cevap vermelidir. Çünkü kişinin namazı onun Müslümanlığının ispatıdır. Bir insan hayata veda ettiğinde eğer cami cemaatine devam eden biriyse onun Müslüman olduğuna şahadet edilir.
Eğer bir kimse namazı terk ederse Rasülullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in şu hitabına maruz kalır. "Namazı terkedenin İslam'dan hiçbir nasibi yoktur" (Hakim).
Rahmet peygamberine ümmetini nasıl tanıyacağı soruluyor:
"-Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın ey Allâh'ın Rasûlü?" dediler. Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
"-Bir adamın alnı ve ayakları ak olan bir atı olduğunu düşünün. Adam bu atını, hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde tanıyamaz mı?" diye sordu. Sahâbe:
"-Evet, tanır ey Allâh'ın Rasûlü!" dediler. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"-İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak geleceklerdir." (Müslim, Tahâret 39, Fedâil 26)
Aklı başında olan hiçbir Müslüman Peygamber (a.s)'ın kıyamet günü kendini tanımamasını istemezdi. Herhalde böyle bir şey Müslüman bir insan için en büyük ceza olurdu. Ellerimizin ve ayaklarımızın parlamadığı halde o gün, nasıl olurda "Ey Allah'ın resulü ben de senin ümmetinim" diyebiliriz. Ellerimizde ve ayaklarımızda Müslümanlık emareleri bulunmadan hangi yüzle bu emareleri taşıyan Müslümanlar arasına katılacağız.
Namazın önemi anlamaya çalışırken namazın hayata bu kadar sık nüfuz etmesini de düşünmek gerekiyor. İnsanoğlundan her gün, yaratanın karşısına çıkıp ibadet etmesi isteniyor. Bu kadar sık çağırılışın hikmeti birazda insan kalbinin kaymalara açık olmasından kaynaklanıyor olsa gerektir. Gün içinde defalarca pusulası bozulan insan, her namaz vaktinde yeniden İslam'a kuruluyor. Hakka yönlendiriliyor.
Bu huzura sık geliş ve zamana verilen önem insanı disipline ediyor. İnsan, sürekli namaz saatlerini takip ediyor. Namaz, gün içinde belirli vakitlerde ve saatleri sürekli değişen bir ibadet. Bu durum bizi zamana karşı uyanık olmaya ve akıp giden zamanın ruhunu yakalamaya çağırıyor.
Kişi bir sıkıntıya düştüğü zaman Allah'tan onun istediği şekilde yardım isteyebiliyor. "Ey İman edenler! Sabır ve namaz ile (Allah'tan) yardım isteyin! Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara suresi, 153)
Namaz kılan insanları Allah Teâlâ kötülüklerden koruyor. ".muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (Ankebut, 29/ 45)
Günümüzde namaz ibadeti sanki isteğe bağlı bir ibadet gibi algılanıyor. Toplum, "Namaz kılarsan iyi olur. Kılmasan da pek bir şey olmaz." Diye bir hava veriyor insana. Hâlbuki Rasülullah Sallallahu Aleyhi Vesellem zamanında Müslüman olup da O'nun "Sen namazdan muafsın" dediği hiç kimse yok. Bu ruhsat ölümcül hastalara bile verilmemiş. Hiç kimsenin böyle bir hakkı olmaz.
İslam bize uymuyordu da biz onu kendimize mi uydurduk? Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında münafıklar bile namaz kılıyordu. Çünkü namaz Müslüman olanla olmayanı birbirinden en önemli göstergeydi. Onlar Müslüman gibi görünmek için namaz kılıyorlardı.
Ben şimdi Müslümanların kime benzemek için namazı terk ettiklerini anlamaya çalışıyorum.
"Hevasını (kötü duygularını) ilah edinen ve Allah'ın saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?"(Casiye, 23)
Dua edelim de bu ayetin muhatabı biz olmayalım. Yoksa maazallah gideceğimiz yer çok fena bir yer olur.
İnsanları namaza davet ettiğinizde zaman zaman şöyle bahaneler ortaya atarlar. "Ben öyle namaz kılanlar biliyorum ki." diye başlayan ve Müslüman'a yakışmayacak ameller sıralanır. Her nedense beş vakit namaz kılıp da örnek yaşayan Müslümanlar ve Allahın peygamberi hatırlanmaz. Biz yanlışımı örnek alacağız, yoksa doğruyu mu?
Rasülullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Namazın önemini ifade eden başka bir hadis de şöyledir: "Kulun, Kıyamet gününde ilk hesaba çekileceği şey namazıdır. Eğer -bu hesabı- düzgünse diğer ameli de düzelir; yok, bu -hesabı- fasit olursa, diğerleri de fasit olur." (Taberani)
06 Ekim 2008 Gaziantep