Araf 2:
(Bu,) sana indirilen bir Kitab´tır. Onunla (insanları) uyarman ve inananlara öğüt (vermen) hususunda göğsünde bir sıkıntı olmasın.
Araf 3:
(Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O´ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Araf 4:
Nice kentler helak ettik. Gece yatarlarken, yahut gündüz uyurlarken, azabımız onlara geliverdi.
Araf 5:
Azabımız onlara geldiğinde «Biz gerçekten zalimlermişiz!» demelerinden başka yalvarışları kalmadı.
Araf 6:
Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız, gönderilen elçilere de soracağız.
Araf 7:
Ve elbette onlara, olan biten herşeyi bir bilgi ile anlatacağız; çünkü biz onlardan uzak değiliz.
Araf 8:
O gün (amelleri tartacak) terazi haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır.
Araf 9:
Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar da âyetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.
Araf 10:
Doğrusu Biz sizi yeryüzünde, yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz!
Araf 11:
Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: «Âdem´e secde edin» dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.
Araf 12:
(Allah) buyurdu: «Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?» (İblis): «Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.»
Araf 13:
(Allah) buyurdu: «Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın.»
Araf 14:
(İblis) dedi: «(Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.»
Araf 15:
(Allah) buyurdu: «Haydi sen süre verilmişlerdensin.»
Araf 16:
«Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.»
Araf 17:
«Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın.»
Araf 18:
(Allah) buyurdu: «Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki, onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım.»
Araf 19:
(Sonra Allah, Âdem´e hitab etti): «Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.»
Araf 20:
Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.» dedi.
Araf 21:
Ve onlara: «Elbette ben size öğüt verenlerdenim.» diye de yemin etti.
Araf 22:
Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı(n meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar. Rableri onlara seslendi: «Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?»
Araf 23:
Dediler ki: «Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!»
Araf 24:
(Allah) buyurdu: «Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir.»
Araf 25:
«Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!» dedi.
Araf 26:
Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah´ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
Araf 27:
Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.
Araf 28:
Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: «Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti.» derler. De ki: «Allah kötülüğü emretmez. Allah´a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?»
Araf 29:
De ki: «Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzünüzü O´na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O´na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine O´na döneceksiniz.»
Araf 30:
(O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, şeytanları Allah´tan başka dostlar tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlar.
Araf 31:
Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
Araf 32:
De ki: «Allah´ın kulları için çıkardığı zinetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmış?» De ki: «Bunlar, bu dünya hayatında inananlar içindir, kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur». İşte böylece biz âyetleri bilen bir topluluğa uzun uzun açıklıyoruz.
Araf 33:
De ki: «Rabbim, sadece fuhşiyatı, onun açık ve gizli olanını, günahları, haksız yere isyanı, haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri Allah´a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi yasaklamıştır».
Araf 34:
Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.
Araf 35:
Ey Âdemoğulları! Size içinizden peygamberler gelip âyetlerimi anlattıklarında, kim Allah´tan korkar ve kendini düzeltirse, işte onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.
Araf 36:
Kim de âyetlerimizi yalanlar ve onlara karşı büyüklük taslarsa, işte onlar cehennemliktirler ve orada ebedî olarak kalacaklardır.
Araf 37:
Allah´a karşı yalan uyduran yahut âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Onlara Kitap´tan nasipleri erişir. Canlarını alacak elçilerimiz gelince onlara: «Allah´tan başka taptıklarınız nerede?» derler. Onlar: «O taptıklarımız bizden sapıp ayrıldılar.» derler. Böylece kendilerinin kâfir olduklarına bizzat şahitlik ederler.
Araf 38:
Allah onlara: «Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklarıyla beraber cehennem ateşine girin!» der. Cehenneme giren her ümmet kendi din kardeşine lanet eder. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında derler ki: «Rabbimiz ! İşte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara cehennem ateşinden kat kat azab ver». Allah der ki: «Herkesin azabı kat kattır, fakat siz bilemezsiniz».
Araf 39:
Öncekiler de sonrakilere derler ki: «Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur. O halde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın».
Araf 40:
Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve (veya halat) iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir. İşte suçluları böyle cezalandırırız.
Araf 41:
Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.
Araf 42:
İman edenler ve iyi amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz işte onlar cennet ehlidir ve orada ebedî olarak kalacaklardır.
Araf 43:
Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. «Bizi buna erdiren Allah´a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler.» derler. Onlara şöyle seslenilir: «İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz».
Araf 44:
Cennet ehli, cehennem ehline: «Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?» diye seslenirler. Onlar da «evet» derler. Bunun üzerine aralarında bir çağırıcı şöyle seslenir: «Allah´ın laneti zalimler üzerine olsun!
Araf 45:
Onlar, Allah´ın yolundan men ederler ve onu eğriltmek isterler, ahireti de inkâr ederlerdi».
Araf 46:
Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir perde vardır. A´raf üzerinde de, her iki taraftakileri simalarından tanıyan kişiler vardır. Bunlar cennetliklere: «selâm olsun size» diye seslenirler. Bunlar henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi arzu eden kimselerdir.
Araf 47:
Gözleri cehennemlikler tarafına çevrilince de : «Rabbimiz! Bizi zalim toplulukla beraber eyleme!» derler.
Araf 48:
A´raftakiler yüzlerinden tanıdıkları kişilere seslenerek şöyle derler: «Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiç bir yarar sağlamadı».
Araf 49:
«Allah onları hiç bir rahmete erdirmiyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?» (Cennetliklere dönerek): «Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz üzüleceksiniz» derler.
Araf 50:
Cehennemdekiler, cennettekilere: «Bize biraz su akıtın veya Allah´ın size verdiği rızıktan bize de verin.» diye seslenirler. Cennettekiler de: «Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı.» derler.
Araf 51:
Onlar ki, dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar, bugüne kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr ettilerse, biz de bugün onları öyle unuturuz.
Araf 52:
Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitap getirdik.
Araf 53:
İlle onun te´vilini mi gözetiyorlar? Onun te´vili geldiği (verdiği haberler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: «Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler, yahut tekrar geri döndürülmemiz mümkün mü ki eski yaptıklarımızdan başkasını yapalım?» Onlar, kendilerini zarara soktular ve uydurdukları şeyler kendilerinden saptı, kaybolup gitti.
Araf 54:
Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O´nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.
Araf 55:
Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.
Araf 56:
Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O´na, korkarak ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah´ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.
Araf 57:
Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen O´dur. O rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla yağmur yağdırır ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir ki düşünür, ibret alırsınız.
Araf 58:
Güzel memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir toplum için âyetleri böyle açıklarız.
Araf 59:
Andolsun ki Nûh´u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: «Ey kavmim! Allah´a kulluk edin sizin O´ndan başka bir ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.»
Araf 60:
Kavminden ileri gelenler dediler ki: «Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz».
Araf 61:
(Nûh) dedi ki: «Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.»
Araf 62:
«Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.»
Araf 63:
(Allah´ın azabından) sakınıp da rahmete nail olmanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir(kitap) gelmesine şaştınız mı?»
Araf 64:
O´nu yalanladılar, biz de O´nu ve O´nunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları boğduk! Çünkü onlar, kalb gözleri körleşmiş bir kavim idiler.
Araf 65:
Âd (kavmin)e de kardeşleri Hûd´u (gönderdik): «Ey kavmim! Allah´a kulluk edin, sizin O´ndan başka bir ilâhınız yoktur. (O´na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?» dedi.
Araf 66:
Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni bir çılgınlık içinde görüyoruz, ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz.»
Araf 67:
(Hûd), «Ey kavmim! Bende çılgınlık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.» dedi.
Araf 68:
«Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.»
Araf 69:
«Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah´ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.»
Araf 70:
Dediler ki: «Ya, demek sen tek Allah´a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi (bize) geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir!»
Araf 71:
(Hûd) dedi ki: «Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah´ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!
Araf 72:
Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.
Araf 73:
Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih´i (gönderdik): «Ey kavmim dedi, Allah´a kulluk edin, sizin O´ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah´ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah´ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar.»
Araf 74:
Düşünün ki (Allah) Âd´dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O´nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah´ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
Araf 75:
Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: «Siz, dediler, Sâlih´in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?» (Onlar da): «(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!» dediler.
Araf 76:
Büyüklük taslayanlar: «Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!» dediler.
Araf 77:
Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; «Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir!» dediler.
Araf 78:
Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
Araf 79:
Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.»
Araf 80:
Lût´u da (peygamber olarak) gönderdik. Kavmine dedi ki: «Sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyor sunuz?
Araf 81:
Çünkü siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere gidiyorsunuz. Belki de siz haddi aşan bir kavimsiniz.
Araf 82:
Kavminin cevabı: «Onları (Lût´u ve taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış!» demelerinden başka bir şey olmadı.
Araf 83:
Biz de onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısı(nı kurtarmadık) çünkü o, geride kalanlardan oldu.
Araf 84:
Ve üzerlerine bir (azab) yağmuru yağdırdık. Bak ki günahkârların sonu nasıl oldu!
Araf 85:
Medyen´e de kardeşleri Şuayb´ı (gönderdik): «Ey kavmim, dedi, Allah´a kulluk edin, sizin O´ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi: Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan (insan)lar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!»
Araf 86:
Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki bozguncuların sonu nasıl olmuştur.
Araf 87:
Eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir grup da inanmazsa, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
Araf 88:
Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: «Ey Şu´ayb! Ya mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!» Dedi ki; «İstemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak veya dinimizden döndüreceksiniz?)»
Araf 89:
(Andolsun ki), Allah bizi ondan (kâfirlikten) kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah´a karşı iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah´ın dilemesi hali müstesna geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah´a dayanırız. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.
Araf 90:
Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Eğer Şu´ayb´a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız.»
Araf 91:
Derken o (müthiş) sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
Araf 92:
Şu´ayb´ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç şenlik tutmamış gibi oldular. Şu´ayb´ı yalanlayanlar var ya işte ziyana uğrayanlar, onlar oldular.
Araf 93:
(Şu´ayb) onlardan öteye döndü de: «Ey kavmim! dedi, ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim, artık kâfir bir kavme nasıl acırım?»
Araf 94:
Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.
Araf 95:
Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik, nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.» dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.
Araf 96:
(O) ülkelerin halkı inanıp (Allah´ın azabından) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyla yakaladık.
Araf 97:
Acaba o ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler?
Araf 98:
Yoksa o ülkelerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken onlara azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler?
Araf 99:
Allah´ın tuzağından (kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah´ın tuzağından emin olmaz.
Araf 100:
Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
Araf 101:
İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.
Araf 102:
Onların çoğunda, sözde durma (diye bir şey) bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.
Araf 103:
Sonra onların arkasından Musa´yı mucizelerimizle Firavun´a ve topluluğuna gönderdik. Tuttular o mucizeleri inkâr ettiler. Ettiler de bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!
Araf 104:
Musa: «Ey Firavun! Bil ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.» dedi.
Araf 105:
Allah´a karşı ilk görevim, hak olandan başka bir şey söylemememdir. Gerçekten ben size Rabbinizden bir mucize getirdim, artık İsrailoğullarını benimle gönder.
Araf 106:
Firavun: «Eğer bir mucize getirdiysen ve eğer doğru söyleyenlerden isen onu göster» dedi.
Araf 107:
Bunun üzerine Musa, asâsını yere bırakıverdi, o da birdenbire kocaman bir ejderha kesiliverdi.
Araf 108:
Ve Musa elini koynundan çıkarıverdi, eli bembeyaz olmuş, bakanların gözünü kamaştırıyordu.
Araf 109:
Firavun´un kavminden ileri gelenler, «Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır.» dediler.
Araf 110:
O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun): «O halde siz ne diyorsunuz?» dedi.
Araf 111:
Onlar da «onu ve kardeşini beklet, şehirlere de toplayıcılar gönder.» dediler.
Araf 112:
«Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler.»
Araf 113:
O sihirbazlar Firavun´a geldiler: «Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?» dediler.
Araf 114:
«Evet» dedi (Firavun), «Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız.»
Araf 115:
Sihirbazlar, Musa´ya: «Ey Musa! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi?» dediler.
Araf 116:
Musa, «Siz atın» dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.
Araf 117:
Biz de Musa´ya «Sen de asânı bırakıver.» diye vahyettik. Birdenbire asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.
Araf 118:
Artık hakikat ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları boşa gitmişti.
Araf 119:
Orada mağlup olmuş ve küçük düşmüşlerdi.
Araf 120:
Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.
Araf 121:
«Âlemlerin Rabbine iman ettik.» dediler.
Araf 123:
Firavun: «Ben size izin vermeden iman ettiniz ha!» dedi. «Şüphesiz bu bir hiledir, siz bunu şehirde kurmuşsunuz, yerli halkı oradan çıkarmak istiyorsunuz, sonra anlayacaksınız!»
Araf 124:
«Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım.»
Araf 125:
Onlar da: «Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz.» dediler.
Araf 126:
«Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al.» derler.
Araf 127:
Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa´yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»
Araf 128:
Musa, kavmine dedi ki: «Allah´ın yardımını ve lütfunu isteyin ve sabır gösterin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah´ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Sonunda kurtuluş müttakilerindir.»
Araf 129:
Kavmi de dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.» Musa dedi ki: «Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı helak edip de sizi yeryüzünde halife kılacaktır ve sizin nasıl işler yaptığınıza bakacaktır.»
Araf 130:
Gerçekten biz, Firavun sülâlesini, senelerce kıtlık ve gelir noksanlığı içinde tutup kıvrandırdık ki, düşünüp ibret alsınlar.
Araf 131:
Fakat kendilerine iyilik geldiği zaman, işte bu bizim hakkımızdır, dediler, başlarına bir kötülük gelince de, işte bu Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu yüzünden, dediler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındandır. Lâkin çoğu bunu bilmezler.
Araf 132:
«Ve sen büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz,» dediler.
Araf 133:
Biz de kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere başlarına tufan, çekirge, haşereler, kurbağalar ve kan gönderdik, yine inad edip direndiler ve çok mücrim (suçlu) bir kavim oldular.
Araf 134:
Ne zaman ki, azap üzerlerine çöktü, dediler ki, «Ey Musa! Bizim için Rabbine dua et, sana olan ahdi hürmetine eğer bizden bu azabı kaldırır uzaklaştırırsan, yemin olsun ki, sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz.»
Araf 135:
Ne zaman ki, belli bir süreye kadar onlardan azabı kaldırdık, derhal yeminlerini bozdular.
Araf 136:
Biz de, âyetlerimizi inkâr ettikleri ve onlara kulak vermedikleri için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk.
Araf 137:
Ve o hırpalanıp ezilmekte olan kavmi de yeryüzünün, bereketle donattığımız doğusuna ve batısına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrailoğullarına olan o güzel vaadi, sabırları yüzünden gerçekleşti. Biz de Firavun ile kavminin yapageldikleri sanat eserlerini ve diktikleri binaları yerle bir ettik.
Araf 138:
Ve İsrailoğullarının denizden geçmelerini sağladık? Derken bir kavme vardılar ki, onlar, kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı. Dediler ki; Ey Musa! Onların tanrıları gibi, sen de bize bir tanrı yap! Musa da onlara dedi ki: Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz.
Araf 139:
Çünkü o gördüklerinizin içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yaptıkları batıldır.
Araf 140:
Sizi âlemlere üstün kılan Allah olduğu halde, ben size O´ndan başka ilâh mı arayayım! dedi.
Araf 141:
Hani sizi, Firavun sülâlesinin elinden kurtardığımız zaman, hatırlasanıza, size azabın kötüsünü yapıyorlardı; oğullarınızı öldürüyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbiniz tarafından büyük imtihan vardı.
Araf 142:
Ve Musa´ya otuz geceye vaat verdik ve süreye bir on gece daha ekledik ve böylece Rabbinin mikatı (tayin ettiği vakit) tam kırk gece oldu. Musa, kardeşi Harun´a şöyle dedi: Kavmim içinde benim yerime geç, ıslaha çalış ve bozguncuların yolundan gitme!
Araf 143:
Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. «Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana». dedi. Rabbi ona buyurdu ki; «Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin». Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, «Sen sübhansın», «tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim,» dedi.
Araf 144:
Allah buyurdu: Ey Musa! Sana verdiğim peygamberlikle ve kelâmımla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Sana verdiğime sıkı sarıl ve şükredenlerden ol!
Araf 145:
Ve onun için o levhalarda her şeyden yazdık, nasihat ve hükümlerin ayrıntılarına ait herşeyi (belirttik). Haydi bunlara sıkı sarıl, kavmine de emret, onlar da en güzeline sarılsınlar. Size yakında o fasıkların yurdunu göstereceğim.
Araf 146:
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimizi anlamaktan uzak tutacağım. Onlar ki, bütün âyetlerimizi görseler de onlara iman etmezler. Doğru yolu görseler de o yolu tutup gitmezler. Eğer sapıklık yolunu görürlerse tutar onu izlerler. Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr etmeyi âdet edinmişler ve onlardan hep gafil olagelmişlerdir.
Araf 147:
Âyetlerimizi ve ahiretteki karşılaşmayı inkâr edenlerin amelleri hepten boşa gitmiştir. Çekecekleri ceza kendi yaptıklarından başkası mı olacaktır?
Araf 148:
Musa´nın arkasından kavmi, tutmuş süs takılarından böğüren bir buzağı heykeli edinmişlerdi. O buzağının kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol gösteremediğini görmemişler miydi? Fakat yine de onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular.
Araf 149:
Ne zaman ki, ellerine kırağı düşürüldü (yaptıklarına pişman oldular), o zaman sapıtmış olduklarını gördüler. «Yemin olsun ki; eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa, muhakkak biz kötü akıbete düşenlerden olacağız.» dediler.
Araf 150:
Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndüğünde şöyle dedi: «Bana arkamdan ne kötü bir halef oldunuz! Rabbinizin emriyle dönüşümü beklemeden acele mi ettiniz?» Elindeki levhaları bıraktı ve kardeşi Harun´u başından tutarak kendine doğru çekmeye başladı. Harun, «Ey anamın oğlu!» dedi, «inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma.»
Araf 151:
Musa dedi ki: «Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.»
Araf 152:
Şüphesiz o buzağıyı tanrı edinenlere Rablerinden bir gazap, dünya hayatında iken de bir zillet erişecektir. İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız.
Araf 153:
O kötü amelleri işleyip de sonra arkasından tevbe ve iman edenler için hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de affedici ve merhamet edicidir.
Araf 154:
Musa´nın öfkesi geçince levhaları aldı. Onlardaki yazıda, ancak Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve rahmet vardı.
Araf 155:
Bir de Musa, mîkatımız için (tayin ettiğimiz vakitte tevbe için) kavminden yetmiş erkek seçti. Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Musa: «Rabbim! dedi, dileseydin bunları da, beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? O iş de senin imtihanından başka bir şey değildi. Sen bu imtihanla dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirirsin. Bizim velimiz sensin. Artık bizi bağışla, merhamet et, sen bağışlayanların en hayırlısısın.»
Araf 156:
«Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz gerçekten de tevbe edip senin hidayetine döndük.» Buyurdu ki, azabım var, onu dilediğime isabet ettiririm, rahmetim de vardır , o ise her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır. Onu da özellikle korunanlara, zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara mahsus kılacağım.
Araf 157:
Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil´de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.
Araf 158:
De ki; ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah´ın resulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O´nundur. O´ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O´dur. Bundan dolayı gelin, Allah´a ve resulüne iman edin. Allah´a ve Allah´ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.
Araf 159:
Musa´nın kavminden doğru yolu gösteren ve doğrulukla adalet yapan bir topluluk da vardı.
Araf 160:
Biz onları oniki kabileye, o kadar ümmete ayırdık. Ve kavmi kendisinden su istediği zaman Musa´ya, elindeki asâ ile taşa vur, diye vahyettik, vurunca hemen o taştan oniki pınar akmaya başladı. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi. Bulutu da üzerlerine gönderdik, gölgeledik. Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz, dedik. Onlar zulmü bize yapmadılar, lakin kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Araf 161:
Ve o vakit onlara denilmişti ki; Şu şehre yerleşin ve orada dilediğiniz şeylerden yiyin, «hitta» (günahlarımızı bağışla.) deyin ve secde ederek kapısından girin ki, suçlarınızı bağışlayalım. İyilere nimetlerimizi daha da arttıracağız.
Araf 162:
İçlerinden bir kısım zalimler, sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Zulmü alışkanlık haline getirdikleri için biz de üzerlerine gökten azap yağdırdık.
Araf 163:
Bir de onlara, o deniz kıyısındaki şehrin başına gelenleri sor. O sırada onlar cumartesi yasağına riayet etmiyorlardı. Cumartesi günü balıklar akın akın geliyorlardı, yasak olmadığı gün gelmiyorlardı. Yoldan çıkıp sapıklık yaptıkları için biz de onları işte böyle sınıyorduk.
Araf 164:
İçlerinden bir topluluk, «Allah´ın helâk edeceği, ya da çetin bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz» dediği vakit, o uyarıda bulunanlar dediler ki; «Rabbiniz tarafından mazur görülmemiz için, bir de belki günahlardan sakınırlar diye.»
Araf 165:
Onlar yapılan bunca nasihatı unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık.
Araf 166:
Böylece onlar kibre kapılıp yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince, biz de onlara, hor ve zelil maymunlar olun, dedik.
Araf 167:
O Vakit Rabbin işte şu ahdi ilan edip bildirdi ki: Kıyamet gününe kadar onlara en kötü muameleyi yapacak olan kimseleri başlarına gönderecektir. Muhakkak ki, Rabbin hızla cezalandırandır ve yine muhakkak ki O, çok affedici, çok merhametlidir.
Araf 168:
Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. İçlerinde iyi olanları da vardı, olmayanları da. Onları biz, bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki hakka dönerler diye.
Araf 169:
Derken kitabı (Tevrat´ı) miras alan bozuk bir nesil bunların yerini aldı. Bize nasıl olsa mağfiret edilecek diyerek, şu alçak dünya malını alıyorlar, yine onun gibi bir mal ve rüşvet gelse onu da alırlar. Allah´a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden o kitabın hükmü üzere misak alınmamış mıydı? Ve onun içindekileri okuyup öğrenmemişler miydi? Oysa ahiret yurdu Allah´tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
Araf 170:
Kitaba sarılanlara ve namazı kılmaya devam edenlere gelince, biz o iyilerin ecrini hiçbir zaman yitirmeyiz.
Araf 171:
Hani bir zamanlar biz o dağı gölgelik gibi tepelerine çekmiştik de üzerlerine düşüyor zannettikleri bir sırada demiştik ki; «size verdiğimiz kitabı kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın, umulur ki korunursunuz.»
Araf 172:
Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» dediği vakit, «pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz» dediler. (Bunu) kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu.» demeyesiniz diye (yapmıştık).
Araf 173:
Yahut, atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin, demeyesiniz diye (yapmıştık).
Araf 174:
Ve işte biz, âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki, belki dönerler.
Araf 175:
Onlara, kendisine âyetlerimizi sunduğumuz o adamın kıssasını da anlat; âyetlerden sıyrılıp çıktı, derken onu şeytan arkasına taktı, en sonunda da helak olanlardan oldu.
Araf 176:
Ve eğer dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, fakat o alçaklığa saplandı kaldı ve kendi keyfinin ardına düştü. Artık onun ibret verici hali o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu, âyetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kıssayı iyice anlat, belki biraz düşünürler.
Araf 177:
Âyetlerimizi inkâr edip, sırf kendilerine zulmeden o kavmin hali ne kadar kötüdür!
Araf 178:
Allah kime hidayet ederse, o hidayete erer, kimi de dalalette bırakırsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileri olurlar.
Araf 179:
Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.
Araf 180:
Oysa en güzel isimler Allah´ındır. Bundan dolayı Allah´a onlarla dua edin. Onun isimlerinde sapıklık eden mülhidleri (inkârcıları) terkedin. Onlar yakında yaptıklarının cezasını çekecekler.
Araf 181:
Yine bizim yarattığımız insanlardan öyle bir ümmet var ki, onlar hakka yol gösterirler ve o hak ile adaleti yerine getirirler.
Araf 182:
Âyetlerimizi inkâr edenlere gelince, biz onları, bilemiyecekleri yönlerden derece derece düşüşe yuvarlayacağız.
Araf 183:
Ayrıca ben onlara mühlet de veririm. Fakat benim tuzak kurup helâk edişim pek çetindir.
Araf 184:
Onlar arkadaşlarında herhangi bir cinnet bulunmadığını hiç düşünmediler mi? O, açık bir uyarıcıdan başka biri değildir.
Araf 185:
Allah´ın göklerdeki ve yerdeki mülkiyet ve tasarrufuna, Allah´ın yaratmış olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bu Kur´ân´dan sonra başka hangi söze inanacaklar.
Araf 186:
Allah kimi saptırırsa onu yola getirecek bir kimse yoktur. O, onları kendi hâllerine bırakır ve kendi azgınlıkları içinde yuvarlanıp giderler.
Araf 187:
Sana, ne zaman kopacak diye kıyamet vaktini soruyorlar. De ki; onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onu tam vaktinde koparacak olan O´ndan başkası değildir. Onun ağırlığına göklerde ve yerde dayanacak bir kimse yoktur. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki, onun bilgisi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Araf 188:
De ki, ben kendi kendime Allah´ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim.
Araf 189:
Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah´tır. O, eşini kucaklayıp sarılınca (ona yaklaşınca), eşi hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden Rableri olan Allah´a şöyle dua ettiler: «Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız.»
Araf 190:
Fakat Allah, kendilerine salih bir evlat verince, her ikisi de tuttular verdiği evlatlar üzerine ona ortak koşmaya başladılar. Allah, onların koştukları şirkten münezzehtir.
Araf 191:
Hiçbir şey yaratmayan ve kendileri yaratılmış olan putları mı Allah´a ortak ediyorlar, ona eş koşuyorlar?
Araf 192:
Bu putlar, ne o tapınanlara, ne de kendi kendilerine yardım edebilirler.
Araf 193:
Eğer siz onları doğru yola çağırsanız, size uymazlar. Onları ha çağırmışsınız, ha çağırmayıp susmuşsunuz, hiç fark etmez.
Araf 194:
Allah´ı bırakıp taptıklarınız da tıpkı sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda doğru iseniz haydi onları çağırın da size cevap versinler.
Araf 195:
Onların yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var? De ki: «Haydi çağırın o ortaklarınızı, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun ve elinizden gelirse göz açtırmayın.»
Araf 196:
«Zira benim velim, o kitabı indiren Allah´tır. Ve O, salih kullarına sahip çıkar.»
Araf 197:
«Sizin Allah´tan başka taptıklarınız ise ne size yardım edebilirler, ne de kendi kendilerine yardımları dokunur.»
Araf 198:
«Siz onları doğru yola çağıracak olsanız da duymazlar.» Onların sana baktıklarını görürsün, bakarlar, ama görmezler.
Araf 199:
Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.
Araf 200:
Eğer şeytandan bir vesvese, bir gıcık gelirse hemen Allah´a sığın. Muhakkak ki, Allah hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir.
Araf 201:
Allah´tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese iliştiği zaman, durup düşünürler de derhal kendi basiretlerine sahib olurlar.
Araf 202:
Şeytanların kardeşlerine gelince, onlar öbürlerini sapıklığa sürüklerler, sonra da yakalarını bırakmazlar.
Araf 203:
Onlara (arzularına göre) bir âyet getirmediğin zaman, derleyip toplasaydın ya derler, sen de de ki; ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyarım, işte bütünüyle bu Kur´ân, Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözünü açacak beyanlardır), iman eden bir kavim için hidayettir, rahmettir.
Araf 204:
Kur´ân okunduğu zaman, hemen susup onu dinleyin, umulur ki, rahmete nâil olursunuz.
Araf 205:
Sabah akşam demeden, kendi içinden, korkarak ve yalvararak, alçak sesle Rabbini an ve gafillerden olma.
Araf 206:
Zira Rabbinin katında olanlar, Allah´a kulluk etmekten asla kibirlenmezler, O´nu tenzih eder, şanını ulularlar ve yalnızca O´na secde ederler.